Donate Now
Meriç nehrinin mezarlığa dönüşmüş karanlık sularına bakarken aklımda tek şey vardı. Çok sevdiğim ülkemden çıkmak. Beşik gibi sallanan kayıkta eniştem, kuzenim ve üç çocuklu bir aileyle birlikte nehirde ilerliyorduk. Ailenin en küçük ferdi bir bebekti ve ağlıyordu. “Kesin şunun sesini yakalanacağız.” diye küfretti bize eşlik eden kaçakçı. Adam her durumda küfreden karanlık bir tipti. Karşıya geçemeden yakalanma ihtimali içimi ürpertti. Enişteme fısıldadım. “Enişte eğer yakalanacak olursak suya atlayıp yüzeceğim haberin olsun.” Eniştem, “Su göründüğü gibi değil akıntı var çamur var boğulabilirsin Allah korusun.” dedi endişeyle. O an düşündüm. Kapkaranlık gecenin ortasında Meriç‟in karanlık ve soğuk sularına baktım. Ben zaten ölüydüm.
Hukukun olmadığı yerde, iftiraya ve zulme uğrayan insanın nefes alamadığını, manen öldüğünü yaşayıp görmüştüm. Sahip olduğunuz her şey birilerinin iki dudağı arasına sıkışmışken yaşamak, yaşamak sayılmazdı. Özgürlüğüme gidebilmek için riskleri göze alacaktım. Bebek hepimizi saran tedirginliği sanki hissediyordu daha yüksek sesle ağlamaya başladı. Annesi çocuğunu susturmak için göğsüne bastırdı. Nefeslerimizi tuttuk.
Anadoluda bir insan; Hizmet Hareketiyle bağı bulunmamasına rağmen, sırf evladına ulaşamadıkları için zulüm de sınır tanımayanlar tarafından, ameliyat masasından kaldırılıp hukuksuzca mahkum ediliyor.
Zulüm bununla kalmıyor, yüzde… engelli bir insanın hikayesi de abide insanların bulunduğu mekanları nasıl değiştirip dönüştürdüklerinin en canlı örneklerinden biri. Her zorluğa rağmen, zikrin, şükrün, tevekkülün hüküm-ferma olduğu kalplerin, dillerin mahzun olmayacağının göstergesi onun yaşadıkları.
Bu mücadelelerin kaçıncısı yaşanıyor, bilemiyoruz. Böyle bir durumda önemli olan saflardan saf, oturup kalktıkları yeri bir kandil gibi aydınlatan, üzerine düşen vazifeleri yerine getirme adına yorgunluk nedir bilmeden gece gündüz aksiyon halinde olan, üzerine tevdi edilen vazifeyi yerine getirdiği için hayali suçlamalarla, mesnetsiz iddialarla, üzerlerine kapılar üstüne kapılar kapatılıp, kilit üstüne kilit vurularak, zindanlarda ademe mahkum edildiklerinde bile, karakterlerinin gereğini yerine getirerek, vücutlarındaki düzgün çalışan “et parçası”na uygun bir hal ve tavır ortaya koyarak, tevekkülü elden bırakmayan abide insanların yanında mücadelede yer almaktır.
Politik savaşlardan dolayı yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş; milyonlarca insanın hayatları darmadağın
Bu arada bir grup eğitimci hayatın, yardımlaşmanın, insan yetiştirmenin
Bu kısa hikâye sizi belki biraz uzağınıza, belki de biraz da yakınınıza götürecek ve, “Acaba ben de insanlık için bir şeyler yapabilir miyim?” sorusunu size sorduracaktır.
Henüz 13-14 yaşlarında gönlüne başka diyarlara, ırak memleketlere gitme ateşi düşen ve bunun için şehrinin kabristanında adını ve mezar taşını dahi bilmediği bir adamı vesile ederek ettiği dualar sonrası üç kıtanın üç farklı ülkesinde ömrünü harcamış bir gayret insanı Farzona Hanım…
Başa gelen felaketler karşısında dimdik durup, yapılan tenkitlere karşı, “Herkes yanlış yapsa ben bu Hizmet’ten vazgeçmem. Siz imansızlık nedir bilmezsiniz. Ben bu hizmet sayesinde Allah’ı ve Efendimiz (s.a.v)’i tanıdım,” diye vefasını gösteren Farzona Hanım…
Kimi zaman valizde … konforsuz belki… her şeyden habersiz, bir bebek sessizliğiyle sınırları aşmak zorundayız. “ Dünya benim evimdir” diyebilmek için…
Rana hanım’a da yağmurlu, Karlı yollarda sert rüzgara karşı yürüyeceği bir sahnede rol verilmiş. Anne olmanın, kadın olmanın, eş olmanın verdiği bir güç ile bu sahnenin hakkını vermiş ve şimdi yeniden başka “ bilinmezleri” aydınlatmak için çetin bir yolculuğa daha başlamış…
The story of Ms. Idil and her children is a story of patience, of submission, of struggle and trust, alongside anger, disappointment and indecision, a story of fear and tears. When you know that the story is anything but fiction, the way you look at your surroundings, the way you behold people and objects is transformed. As you look once more at the blessings you have, and you witness, or listen to the struggle of others who are striving to hold on to those same things, you are awakened with the reality that these are not merely words being expressed. Things such as freedom, and family, and a calling so great that you are willing to devote your whole being to it…..
They are among the thousands who fled from the persecution and witch hunt in Turkey to find the right place to enjoy their freedom.
Sabrın, tevekkülün, mücadelenin, güvenin yanında öfkenin, hayal kırıklıklarının, kararsızlıkların, korkunun, göz yaşlarının hikayesi, İdil Hanımın çocuklarıyla yaşadıkları. Ve bu hikâyenin kurgu olmadığını bildiğinizde çevreye, insanlara, eşyalara bakışınız değişiyor. Bir kez daha sahip olduklarınıza bakarken, onlara sahip olmaya çalışan insanların mücadelesini gördüğünüzde, dinlediğinizde, onların sadece kelimelerden ibaret olmadığının farkına varıyorsunuz. Özgürlük gibi, aile gibi, davanız gibi…Türkiye’de Erdoğan rejimi altında yaşanan insan hakları lhlallerine ışık tutan bir hikaye.